VEDAT KAN


Umudun Diğer Adı

.


Küçücük bir pencerenin sağlamış olduğu ışığın faydası nedir acaba?

Umut etmenin, insana-insan ruhuna üflemiş olduğu huzur maneviyatının faydasını sorgulamak gibi mesela…

Veya ufka dalmanın; içinden çıkılmaz derinliklerini yaşayamamış birisinden, ufkun derinliklerinden yenilmiş olunan vurgunun acısının tarifini beklemek gibi…

Mana içermeyen, anlamsız ve bir o kadar da beyhude çırpınış hayata karşı, yaşamaya karşı.

Yeryüzüne karanlık çökmeye başladığı zaman, öyle bir an gelir ki; kimine zevk ve eğlencenin kapıları açılırken, kimilerinin ise yüreğiyle birlikte bedeninin en ücra köşelerine kadar karanlıkların en derin zifirleri denk gelebilmektedir.

Ve işte o zifirin içerisinde bir başına, garipliğinin en derin çukurlarında boğulurken gidecek bir yerinin olmaması ne demektir, zilini çalacak bir kapının bulunmaması ne demektir? Diye anlatabilecek bir lügat var ise buyurun hep beraber okuyalım. Hangi dil, hangi cesaret mangasının ardına takılıp ortaya koyabilecekmiş bu duyguyu, biz de öğrenelim.

Umutlarının; birkaç saatliğine dahi olsa, en azından şafak söküp tan atana kadar, bırakın güneşin ta kendisini, gün ağarmaya başlayıncaya kadar dahi, yaşatabileceği korkunun en derin acılarını yaşayacağından dahi korkmanın ne anlama geldiğini anlatacak dilinin olmaması ne demektir bilir misiniz? İşte o zifirin içerisinden çıkabilmektir umut. İşte o zifirin içerisinden kaçabilmektir umut. İşte o zifirin içerisinde hiç sıkılmadan veya çekinmeden çalabileceğin bir kapının ta kendisidir umut. Ve o zifirin içersinde, umutsuzluğu hep canlı tutan, sabahlara tan ağarırken gökyüzüne bakıp şükrede bildiğimiz bir sebebi yaratana sığınmaktır umut…

Sebebi “yaratana” sığınmaktır umut…

Elbette ki her gecenin bir sabahı vardır. Elbette ki yağan her yağmurun sonunda bereket kapılarının açıldığı ve ortalığın günlük güneşlik olduğu ve gecenin zifirinden eserin kalmadığı saatler vardır.

Ve en derin saniyelerin bile; günlere, haftalara ve aylara kafa tutan asabiyetinin son bulduğu bir an vardır. İşte o zaman, içerisinde bulunduğun zifirin tam orta yerinde yalnız başına olmadığının farkına varırsın. Bir el vardır yanı başında sana uzanan, bir el vardır o küçücük pencerenin altından içeri ışık tutan ve o elin sahibinin sana benzer ve senden olan birisi olduğunu görürsün. Sana kucak açan ve seni o korkularının ana kaynağı zifirde bile sensiz bırakmayan.

İşte o zaman; sebebi “yaratana” sığınarak, beklemektir umut…

Yanı başımızda olan, hep bir yerlere birilerine kavuşmaya çalışan ve bir o kadar da hareket ettikçe enerji dolan bir sebep. El uzattıkça, elleri çoğalan ve tuttuğu el kadar da umut bağlanan bir sebep. En derin fırtınaların, sağanakların ve hatta umutsuzluğun doruk noktasında bile yeniden hayata inat, yaşamaya inat varlığını koruyan bir sebep.

Ayağın tökezlediği ilk anda etrafına baktığında ilk gördüğündür umut, görmeyi arzuladığındır. Zifirin ortasında ışık diye hayal ettiğindir, ışığındır umut. Tan yeriyle birlikte yanında olandır umut, tıpkı her gecenin sonunda varlığına inandığın ve inancının gerçekleşmesi gibi.

Yılların yorgunluğunun verdiği umutsuzluk ile değil, küçücük bir pencerenin sızdırdığı ışığın gücüyle rahatlıkla kapısını çalabileceğin, rahatlıkla yanına ulaşabileceğin, rahatlıkla el uzatabileceğindir umut.

Yaradanın yarattığı sebebin adıdır umut,

Ve

Kâh Antakya’nın yüreğimizle yıkılmış duvarlarının arasında çizmeleriyle, kâh Yakutiye’nin binlerce yıllık tarih kokan sokaklarında, elleri cebinde vatandaş olarak bizden birisidir, sizden birisidir umut.

Ve

O sebebin umuda yansıyan diğer adıdır Mahmut Uçar