Kimi zaman; taş duvarlar ardında, siyah rüyaların içerisinden sıyrılıp, rengârenk hayallerin görüntüsünde, birliğin ve beraberliğin şarkılarına eşlik edenlerimiz oldu.
Kimi zaman; ay-yıldızlı şahadet ehlinin bayrağını eline alarak, sadece ve sadece vatan uğruna, millet uğruna, namus ve şeref uğruna, din ve Kur’an uğruna, âlemlere rahmet olarak gelmiş bir peygamberin sancağında toplanma arzusu içerisinde, nefsine ve emellerine sırt dönmüş olanlarımız oldu.
Kimi zaman; can vermeye hazır, nefesini dahi ülkesi uğruna feda etmek için bahanelere bakanlarımız oldu.
Tarihin sayfalarında değil, bizzat içerisinde tarihin kendisi olanlarımız oldu. Kürşad ile yola çıkıp, Fatih’in yanında çağ açıp/çağ kapatıp, Abdulhamid’in dualarından sonra verilen molalar sonrasında yola yeniden revan olanlarımız oldu.
Kâh çile dergâhlarında çileye kardeş olanlarımız, kâh zalimin zulmünde mazluma kalkan olanlarımız oldu. Kimi çoktan unutuldu gitti, şu köhne dünyanın kahpe hafızası içerisinde; kimileri ise zamana inat başkaldırdı durdu, ihanet çemberlerinin ışıltılı dönüşlerine.
Yılmadan, usanmadan ve asla pişman olmadan…
Sırtına verilen bir çulu dahi, yanındaki ülküdaşına vermek için bahanelere bakan dostların kervanıdır bu kervan. Dünya malının dünyada kaldığının, yalnız bir metrelik bez ile çıplak olarak gelinen şu yalan dünyadan, yine yalnız ve yine bir metrelik bir bez ile çıplak gidileceğinin bilinciyle davaya adanmış cihan mertlerinin kervanıdır bu kervan.
Yaratanın rızası için atılan her adımda kendisini değil, başta din olmak üzere vatan ve millet olgusu için nefes alanların ve mücadele edenlerin oluşturduğu bu hengâmede, bu kutsal davanın neferleri görev almaktan ve bu uğraşın içerisinde yer almaktan asla ve asla hiç çekinmemişlerdir.
Kimileri kalem ile kimileri kılıç ile kimileri de akıl gücü ile hizmet ehlinin yanında bulunarak bu kervana dâhil olmuşlardır.
Hedef bellidir, yol bellidir, yolcu bellidir.
Kimi zaman birileri yoldaş oldu ya, baş üstünde tutuldu hep yol boyunca. Töre bunu gerektirdi, örf bunu gerektirdi. Ahlâk bunu gerektirdi. Yola çıkılanları, yolda bırakmak olmazdı…
Kervanın geçtiği her alanda, kervanın bulunduğu her alanda, kervanın duraksadığı veya ikmal yaptığı her alanda sadece baş ütünde tuttuklarımızın söz sahibi olması elbette ki dava sahibine zül gelmezdi, dava ehlinden de kimsenin umurunda da olmazdı, ama
İşte âmâsı vardı bu işin.
İstemekle olmazdı…
Ancak; törenin müsaade etmediği, örf ve ahlâkın müsaade etmediği de buydu işte.
İstemeyeceksin.
Verildiğinde, usulen reddedip; ikinci teklifte namus bilinciyle baş üstünde taşımak üzere emanet olarak alacaksın. Davaya yakışan, yola yakışan, yolcuya yakışan da buydu zaten…
Bir yol arkadaşlığına girdik; amaç vatan idi.
Millet idi.
Kur’an idi.
Menzil ise Kızılelma…
Bu yolda yola çıkanların birlikteliği ne kadar güzeldiyse de, nalıncı keseri gibi sadece bir tarafa yontmakla amaca ulaşılamazdı.
Merak ettiğimizdendir elbet, istediğimizden değil; bu yolda, bu kervana rehber olacak bir tane bile kervancı başımız yok muydu?
Bu koca dava dergâhı içerisinde bir erenimiz yok muydu?
Bu kadar üniversite içerisinde bir tane Rektör olacak, o koltuğa layık görülecek ülkücü yok muydu?
İstediğimizden değil elbet, neden teklif dahi edilmediğini merak ettiğimizden.
Hani derler ya adama “sen biz isen, biz neden sen olmayalım, madem sen biz oldun, neden hep sen oturursun da, biz ayakta kalırız”.
Dedik ya, istediğimizden değil,
Merak ettiğimizden.
Uzm. Hakan Dikmen