Sündüs GÜMÜŞ


Ölü Kadın

.


 

Renkli harelerinde kaybolmak istiyordu ruhum. Bedenim ona sarılmak için çığırıyordu. Beynim ise bütün isteklerimin üzerini usturasıyla çiziyordu. Susuyorduk. İkimiz de birbirimize cesurca bakarak susuyorduk. Renkler birbirine karışmış. Sade yalın siyah peydah etmişti geceye. Şişelerce gökyüzü vardı bakışlarında. Her yer, her şey, her bir zerrem leş gibiyken,,, o tertemizdi. Kendime bakıyordum. Uzun denmeyecek beyaz bir elbisem. Aslında griye dönmüş. Paslanmış gibi biraz da. Süzüyor beni. İçimi okuyor sanki ve ben ilk kez korkmuyorum,,, kaçmıyorum. “Uzun zaman oldu.” Diyor. Sesini kuşlardan almış. Buna yemin eder, kutsal olana da el basardım. Sessizliğimi koruyordum. “Tam üç yıl, sekiz hafta, otuz yedi saat.” Günleri ayları saatleri mi saymıştı? Giden ben değildim ki. Deniz kokusunu da alıp giden oydu. Ucube ruhum kaltak kalbimi de ikna etmiş beynimi rehin tutuyorlardı. “Özlemişim.” Dedim. Yüzü alayla kıvrılıyordu. “Gitmem için çok çabaladın oysa. Özlemek de neyin nesi?” Ahşap yerde öylece oturmuştum. Eşyalarım bile ona saygı duruşunda. Yamuk kestiğim saçlarıma gitti elim. Aniden kahkahalar peydah oldu neredeyse yok olan dudaklarımdan. Sigaramdan çektiğim nefesimle beraber kahkahamı susturmuştum. “Kahkül sana çok yakışıyor... Elya.” İsmimi zikretmesi içimde en derinde uyuyan bir şeyleri hareket ettirmişti sanki. Şarap şişesini ona fırlattım. Tam arkasındaki gazete kaplı duvara çarparak tuzla buz oldu. “Senin yüzünden.” Diye tısladım. “Senin eserin bu Elya. Ölmüş, bitmiş, nefes alamayan. Şu halime bak yerdeki şişelere, izmaritlere bak bunların hepsi senin suçun.” Boğazım yırtılacak gibi bağırıyordum. Yer gök inlesin istiyordum. Ruhumun ölüşüyle bütün semt uyansın. Dermanı kalmayan dizlerime meydan okuyarak kendi küçük devrimi gerçekleştirmiştim. Dimdik ayaktaydım. Sigarayı kadehe atıp sönmesini sağladım. Dibinden geçip giderken teninin matruh kokusunu genzime kadar indirmiştim. Adımlarımın her biri vücudumdaki savaşı harlıyordu. Cayır cayır yanıyordum. Ayak parmaklarım, “Otur artık.” Diye intihara meylediyorlardı. Gözümden bir damla dahi yaş akmıyordu. Banyoma vardığımda o da oradaydı. Şaşırmamıştım. Her şey aynıydı. Üç yıl öncesindeki gibiydi. Musluğu açarak suyu küvete doldurmaya başladım. “Neden geldin?” dedim. Baktı baktı baktı. “Yarım kalan işimi tamamlamaya...” Korku hızla zayıf yanaklarıma nüfuz ediyordu. “Hayır! Ben iyileştim. Tonla ilaç içtim. Seni gönderdiler; o büyük burunlu yaşlı adamlar.” Dudaklarından onaylamaz sesler çıkarıyordu. “Bir haftadır ilaçlarını içmiyorsun. Seni izliyorum. İlaçlarını bıraktığın günden beri. Sürekli sarhoşsun ya da...” kolumu işaret ederek, “eroinin etkisindesin. Beni fark etmedin.” Sağ elim sol koluma giderken bakışlarımda buna eşlik ediyordu. Delik deşikti. “Yalancısın! Bir hayal beni öldüremez. Olmayan bir şey beni yok edemez.” Bana doğru bir adım attı. Kalbim teklerken geri çekildim. “Ben değil.” Bir adım daha. “Sen ve o tatlı beyninde olanlar yapacak bunu.” Yanıma kadar gelmişti. İşaret parmağıyla alnımın ortasına dokundu. Sivri çenesi. İlahice yaratılmış burnu. Sakalsız bir yüzü vardı. Kokusunu dokunuşunu dahi hissettiğim bir hayal? Küveti işaret etti. Taşmak üzereydi. Çeşmeyi kapattım. “ Ne yapacaksın?” dedim. Elimi tuttu yavaşça. “Ruhunu bedeninden alacağım.” Boynuma ufak bir öpücük kondurmuştu.

Tam üç yıldır ağlamayan siyah gözlerimden bir damla yaş düşmüştü. Burnum, boğazım, ciğerlerim. Yanıyordu. Gözyaşları akarken ben gülüyordum. Arkam küvete dönüktü. Beni usulca belimden tutarak çevirdi. Minik bir hareketle küvete girmemi sağladı. Soğuk su sıcak bedenimle temas edince irkildim. Alışması zor değildi. Kendi açtığım yaralar sızlıyordu sadece. Küvete oturmuştum. Birazdan ruhumu alacak olan cellatıma bakıyordum. Dudaklarım morarmıştı. “Korkma.” Dedi. “Ölmek istemiyorum.” Diyebildim titreyerek. “İstiyorsun.” Sesini intihar ipine asmak istiyordum. “Olmayan biri canımı alamaz...” Çarpıkça gülerken. “Sana göre Tanrı da yok.” Dedi. Korkuyordum. Elini başımda konumlandırdı. Kollarım sıkıca küvetin yanlarına tutunmuştu. Yavaşça bastırarak kafamı suyun altına gömdü. Gücünden, çırpınmak öylesine zordu ki... Ağzımdan burnumdan doluyordu su. Kusmak istiyordum. Ağızlar dolusu kusmak. Ellerim acıyordu küvetin taşını sıkmaktan. Çırpınamamak, bağıramamak,,, en acısıydı. Ciğerlerime dolan suyu iliklerimdeki hücreler bile hissediyordu. Olmayan biri beni öldürüyordu,,. Kayıtlara ise intihar olarak geçecekti...