Yüz yılın seçimi geldi çattı ve hatta geçti bile. Neler anlatıldı, neler söylendi. İsnat edilenler. Falanlar, filanlar…
Gerçi daha kapsamlı bir yorum için birkaç gün daha beklemek gerekecek ama olsun varsın, birkaç gün daha bekler, o zaman da gününe göre yazarçizeriz inşallah.
İftiraların biri bin paraydı aslında. Halen daha inanmayanlar ve hatta sağa-sola şüpheyle bakanlarımız bile var. Oysaki seçim dedikleri şeyi birileri gerçekten ama gerçekten bu garibim halka çok farklı bir şekilde anlatmışlardı. İşlerine nasıl geliyor ise öyle…
Yaşandı ve bitti.
Allah’tan hiçbir şey onların anlattığı gibi olmadı da, bizler de vatandaşlar olarak derin bir “oh” çektik.
Düşünsenize, aylardır rüyalarımıza giren bu seçimi; birileri bizlere nasıl da farklı ve değişik bir pencereden anlatmışlardı… Ülkenin başında bulunan Devlet Başkanı “diktatör” gösterildiği için, yapılan bu seçimde vatandaşlarımız kolluk kuvvetlerinin eşliğinde, sabahın erken saatlerinde evlerinden alınıp, kendilerine ayrılan özel bölmeler içerisine girerek, korku ve tereddüt eşliğinde sandığın başına getirilip, tıpkı bir zamanlar yapılan, tek partinin oluşturduğu kapalı zarf- kapalı sayım sistemi seçiminin tıpkısının aynısını, başımızda bulunan kolluk kuvvetlerinin verdiği zarfları oy sandığına atıp gösterilen yerleri imzalayıp, zoraki bizlerden resim alan foto muhabirlerine sırıtıp yine aynı kolluk kuvvetlerinin eşliğinde evlerimize geri götürülecektik.
Seçim günü; “sakın ha evlerinizden çıkmayın” oyunuzu kullanın ve evinizde oturun tehdidi ve korkutmasının hâkim kılındığı, toplu olarak bir yerlere girilip çıkılmaması uyarılarının, el altından yapıldığı ve mevcut Cumhurbaşkanının oy almak için düzenleyebileceği kaos planının bir parçası olarak halka anlatılan masalın bir parçası, olmadık çok şükür.
Olsaydık, doların 40 tl leri bulduğu ortamda nefes alamazdık. Etin kilosunun 500 tl ye dayandığı ve hatta adım başı sokaklarda boy gösteren ve karaborsaya düşen soğan satıcılarıyla karşılaşırdık, değil mi?
Hatta çalıntı oy pusulalarının gırla gezindiği sokak aralarında, iktidar partisinin yol kesen teşkilat üyeleriyle boğaz boğaza gelebilirdik.
Düşünüyorum da; bu seçimleri demokrasi kazansaydı, acaba bizim de şöyle filmlerde gördüğümüz gibi kavilli yollarımız olur muydu? Köprülerimiz. Hava alanlarımız. Hastanelerimiz…
Demokrasi bize de lazım aslında; savunma sanayimizde söz sahibi olabilmemiz için bu şart. Ne idüğü belli olmayan birilerinden, dayatma yoluyla; mermi, çeşitli ve değişik türden silahlar, uçak, helikopter, denizaltı, hücumbot, tank, zırhlı personel taşıyıcı ve hatta küçücük bir bot bile almak yerine, yapma hayali kurmasaydık. Boşu boşuna da yok efendim füzeymiş, uyduymuş yalanı uydurup hayaline dalmasaydık..
Demokrasi bize de gelseydi keşke; aslanlar gibi kendi arabamızı yapar, kendi gazımızın keyfini çıkarırdık, hayatımız boyunca başkalarının gazını kokladığımız yeter di değil mi?
Demokrasimiz olsaydı; bazı gelişmiş ülkelerin halkına sunduğu sosyal yardımlardan bizlere de, en azından ihtiyacı olan halkımıza da verilirdi değil mi? Kimsenin parası olmadığından dolayı masraflarını karşılayamadığı için hastane kapısından yeni doğmuş çocukları rehin alınmaz, senet imzalattırılmaz, sayı ile eline ilaç verilmezdi.
Her gün onlarca şehit verdiğimiz haberleri izlemek zorunda kalmaz, televizyonu veya radyoyu her açtığımız zaman acaba bugün şer güçleri nerede ve kimlerin ocağına ateş düşürmüş merakına düşmezdik. Bankaları hortumlayan gerçek bankerlerimiz olurdu, uçaklar dolusu altın ile kaçarken yakalanan ve üzerinde sigara söndürülerek işkence altında muhakeme edilen başbakanlarımızın yargılandığı mahkemelerimiz olurdu. Kimseler tecrit altında yıllarca ceza yatmazdı. Bu arada bebekler tam olarak fert sayılamayacağı için onları öldürenlere katil denilmez ve böylece de bebek katilleri de suçsuz ve haksız yere hapse atılmazdı. Buna benzer binlerce değil, milyonlarca kalem özgürlük terennümleri içeren demokrasi söylemlerimiz olurdu. Hatta ve hatta böyle demokrasi hayali kurduğumuz seçimlerde, terör örgütünü savunan vekillerin de olduğunu ve hatta maaşlarının da şehit ettikleri masumların ailelerinden alınan vergilerle ödeneceğinin hayalini kurarak, nasıl demokrat olunurmuş onu anlamaya çalışırdım.
Demokrasi çok güzel bir şey belli ki; biz de olsa idi özgürlük diye sokaklarda yarı çıplak kıçımızı açıp, hükümetlere gönderme yapan ve hemcinsleriyle evlenmek için bas bas bağıranlarımız olurdu, bir ağaç için ülkeyi karıştıranlarımız olur, yanan ormanlar için sessizleri oynayan karanlık kalpli, sözde aydın geçinen soytarılarımız olurdu. Hayvan hakları diye insanlığını unutup, kanunlara kafa atanlarımız olurdu. İnsanların dinleriyle alay edip, maneviyatlarını ayaklar altına alan zihni bulanıklarımız olurdu.
Belli ki demokrasi öyle her ülkede olmuyor ama bir gün mutlaka benim ülkemde de böyle bir kavramın olacağı hayalini kurmak bile bana yetiyor. Böylece birileri de sırf çoğunluğun gözüne hoş görüneceğim diye namaz kılmak, Müslüman taklidi yapmak zorunda da kalmaz.
Gerçekten merak ediyorum da; saçma sapan bir boş hayale kapılıp demokrasi arayacağımıza, 30 liraya yediğimiz soğanı bulamazsak ne olur düşüncesini unutmamak lazım.
Birkaç gün daha sabredelim, bekleyelim ve “görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler”.
Sonrasın da mı?
Sonrasında; Maazallah demokrasi falan kazansaydı ne olurdu halimiz?