Hakan DİKMEN


Kime İnanalım

,


Fıkra bu ya bir gün Temel, karısını en yakın arkadaşı Dursun ile yatakta yakalamış. Olayın şokuyla sakinlikle bakarken Dursun yataktan fırlamış; “Bir dakika Temel” demiş, “gördüklerine mi inanacaksın, yoksa en yakın arkadaşının sözüne mi?”

Simdi biz de yağ, şeker vs. fiyatı çok düşük, masraflarımızı karşılayamıyoruz diyen üreticiye mi, ücretlerimiz piyasanın gerisinde kaldı yetiremiyoruz diyen isçi, memur ve emeklilere mi, yoksa devletin resmi rakamlarına mi inanalım?

Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre kişi başına Üretim yöntemine göre cari fiyatlarla GSYH, 2021 yılında bir önceki yıla göre %42,8 artarak 7 trilyon 209 milyar 40 milyon TL oldu. TUİK’in açıkladığı verilere göre 2021 yılında kişi başına GSYH cari fiyatlarla 85 672 TL,

Simdi söyle bir bakalım…
Milli gelirde ki büyüme hızında ki artışlar acaba ayni oranda vatandaşa yansıyor mu?
Şirketler büyüyor, Türkiye büyüyor ama çalışan ve emekli o büyümeden nasibini alamıyor.

İsçi, memur, emekli ve köylü söylenen ve açıklanan yüksek oranlı büyümelerden payını, hakkını almalı ki, refah tabana yayılsın, belirli kesimlerin tekelinden çıksın. Ulusal basınımızın yazarlarından birisi köse yazısında soruyor; “Büyüme paylaşınca, güzel değil mi?” Elbette paylaşınca güzel.
Ama biz paylaşamıyoruz…

Bakınız dünyanın gelir dağılımında en kötü ülkeleri arasındayız. Tavanda ki en zengin yüzde 20 ile tabandaki en yoksul yüzde 20 arasında 20 kat fark var.

Bırakalım özel sektörü, Devlet sektöründe çalışan ücretliler arasında bile büyük dengesizlikler var. Bakıyorsunuz aynı işi yapan ücretliler arasında bile fark var.
Hadi diyelim onlar çalışıyor.

Peki emekliler

Emeklinin makamı, mevkisimi olur ki ücret farkı olsun.
Bu memlekette 3500 lira emekli maaşı alan da var, 13000 lira alan da var, çok daha yüksek alan da. Peki, neye göre?
Bazı emekliler doğuştan mı asilzade onlar daha mi iyi yiyiyor acaba.

Bizler toplum olarak “Bir lokma bir hırka” kültüründen geliyoruz; kanaatkârız. Onun için halimizden şikâyetçi olmuyor, ses çıkarmıyoruz.

Milletvekilimiz bir köy konağına gidiyor.
Dile benden ne dilersen dile, ne dilersen iste… İs… Yol… Hizmet… Tayin.
“Ama kimse bir şey istemiyor”
Muhabir Köy Odasının mülk sahibine soruyor;
Kimsenin, hiçbir derdi isteği yok mu?
Elbette var ama… Ayıptır, misafirden bir şey istenmez… Bizi adam bellemiş, ziyaretimize gelmiş… Bir şey isteyip de köylüyü küçük mü düşürelim?

Ne kadar mütevazı bir milletiz değil mi?
Mütevazı olmak da güzel bir meziyet ama ondan daha güzeli hakkaniyetli olmak. Bu konuda Viktor Hugo’nun çok güzel bir söz var  “İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır” Tamam, mütevazı olalım ama adilde olalım. Ünlü düşünür Eli Wise söyle diyor; “Adaletsizliği engelleyecek gücümüzün olmadığı zamanlar olabilir. Fakat itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalı”
Ben de çalışan bir İşçiyim. Çalışanlar arasında ki ücret dengesizliğinden ve yetersizliğinden şikâyetçiyim.

Simdi bir fıkra gider.
Milletvekilleri Doğu’da hayvancılıkla uğrasan bir köye siyaset yapmak için gitmişler. Köy muhtarını ziyaret edip, kendilerinin politikacı olduğunu, biraz nutuk atacaklarını söylemişler. Fakat bizim Muhtar “nutuk ”un anlamını bilmediği için sormuş;
“Atacağınız nutuğun mala, davara zararı var mi?”
“Yok” demişler.
“O zaman atabildiğiniz kadar atın” demiş.