VEDAT KAN


İşte Şimdi, Anlatamadıklarımızı anlatıp, Bütünleşme Vaktidir…

.


Şehirde yaşayan bütün kalemleri bir araya toplasak; bu şehrin yazarlarını, çizerlerini bal ile kaymak ile besleyip, mürekkep yerine kalemlerinden harf akıtsak, bu kişilerin beyinlerinden fikir üretme noktasında ne kadar iyimser yaklaşırsak yaklaşalım yine de bu şehrin ulviliğini, yüceliğini ve hatta güzelliğini mümkün değil anlatamayız, anlatamayız, anlatamayız…

 

Buyurun hodri meydan.

 

Dünya üzerinde, Mevla’ya emanet edilen kaç şehir tanıyorsunuz? Evliyalar tarafından korunan. 1001 hatmi olan, dualar almış, dualar ile taçlandırılmış kaç şehir var aklınızda? Sevdalısı kundaktaki beşiğini Mevla’ya emanet edip, nacak elde o devrin süper gücü küffarın üzerine yalın ayak zemheride yürüyerek değil, koşarak hücum eden kaç şehir var belleğinizde? 

 

Biraz geriye gidelim, tarihin tozlu raflarının arasında nefeslenelim haydi. Kaç devlet idaresi görmüş, kaç bayrak dalgalanmış semalarında. Toprağının her karışında tarih yanı sıra kan ile sulanan çiçekler yetişmiş; boy boy, renk renk ve göz nurlarına örnek olan motiflerin tamamında hasret pınarlarının akıtıldığı çile dolu gurbet ağıtlarıyla eşlik edilmiş efsanelerinde.

 

Erzurum yaralı, Erzurum garip, Erzurum çile dolu zemheri gecelerinin kucağında hep yarım kalmış bir şehir. 

   

O Yüzden anlatamayız, hep yarım kalır. 

 

Hep de yarım kaldı…

 

Palandöken kol kanat gerdi hep; ovasının engin derinliklerinde besleyip, uzantı dağlarının masalımsı heybetlerinde saklandı. Kimi zaman aç bırakıldı, kimi zaman yokluk çemberinin tam orta noktasında biçare. Geçit vermez oldu yine de art niyetlilerin açgözlü bakışlarına. 

 

Ağıtlar yakıldı ya kavuşamayan sevdalıların ardından; işte o ağıtlarda takılıp kaldık ne yazık ki biraz korkak, biraz utangaç ve biraz da çekingen olarak. Ama o aç gözlü bakışlar hiç gitmedi yanı başımızdan. Her ne kadar vakur dolu olsa da adımlarımız, yokluğumuzun yarınlarına attığımız adımların sesi bile duyulmaz oldu bu yarım kalmışlığımızın korkaklığında.

 

Ve ne yazıktır ki; her dönemde var olmuştu menfaat çarkının kırılmayan dişlileri. Hiçbir zaman doyuramadığımız açgözlü bakışların, kötü niyetlerinin arasında.

O yüzden anlatamadık, o yüzden hep yarım kaldı. 

 

Bir şeyler eksik yazıldı belki, eksik ezberletildi bilinçli olarak. Birileri hiçbir zaman istemedi bu şehrin hükümdarlığını. Hep bana, hep bana şarkılarının nakaratlarının arasında kaybedildi kardeşlik notalarının eşsiz ahengi. El ele tutuşmaların kuvveti, dedikodu zehrinin ağusunda bilinçli olarak akıtıldı körpe damarların kir nedir bilmeyen yazgısında. Ve ortasına istemezlik çalılarının, ayrık kokan dalları atıldı, mertlikten başka bir şey bilmeyen insanımın yollarına. Her dokunduğunda kanatan, her dokunduğunda bir şeyler kopartan. Bir de bakmışız ki bir kez daha ezilmişiz o menfaat çarkının acımasız dişlileri arasında. 

 

Kelimeler düğümlenmiş kalmış ta gırtlağımızda. O yüzden suskun kalmışız, ses çıkaramamışız bizden olmayanların, bizden kopardıklarına.

 

O yüzden anlatamamışız, o yüzden de hep yarım kalmışız.

 

Adına “sahipsiz şehir” diyerek, hep birilerinin türküsü olup, nakarat olmuşuz kulaklarımızı hep kapadığımız kendi çalgılarımızın notalarında. Yazgı demişiz, korkaklığımızın sığıntısına ve saygı duymuşuz menfaat çarkının acımasız dişlilerinin hoyratça şımarıklığına. 

 

Dayanamamış içimizden birileri, çıkıp gitmiş buralardan. Giderken Reyhanî gibi ardında gözü kalarak, kırk yıllık emeği tarlada bırakarak. Kimileri ise Erkal gibi son nefesini verirken dahi Erzurum diyerek. Birçoğunun kıymeti dahi bilinmedi bu şehire sevda duyanların. 

 

Ne oldu da benim kadim şehrimin insanı farklı bir yapıya sahip olarak değişti birden. Dedikodunun, çekememezlik zehrinin ve kendi öz toprağının insanına sırt dönme ihanetinin sarmalında bulmuştu kendisini. Yabancılara karşı duyulan sempatinin, sevgi ve saygının ve hatta yabancılara karşı sergilenen duygudaşlığı kendi kardeşine dahi gösteremeyen bir Dadaşlık timsali olabilir miydi? 

 

İşte o yüzden hiç anlatamamışız, hep yarım kalmışız.

 

Acaba merak edeniniz oldu mu hiç? Bu şehrin nüfusuna kayıtlı şu anda kaç insanımız var. Bu şehrin nüfusundan geçmiş kaç insanımız var? Bu şehrin adını gururla anan kaç insanımız var?

 

Ve en önemlisi de bu şehrin adını duyduğu zaman gerçekten etleri dikenleşme duygusunu yaşayan kaç insanımız var? Bu şehrin ayazında yaşamadığı halde, yokluğunda üşüyen. Yazlarında serinleyemeyen ama her rüzgâr esintisinde Palandöken’in ılgıt ılgıt esen serinliğine selam yollayan kaç kişi.

 

 Merak ettik mi hiç, nerededir bu insanlar diye? Kimisi kendi öz kardeşimiz, komşumuz ve hatta dost, yaren arkadaşımız. Sevdalımız, özlem duyduğumuz bizden olan, bu toprakların çamurunda yoğrulmuş ve güneşinin altında terlemiş olan canlarımız. Bırakın geri gelmeyi, birçoğuna kendi öz toprağına defnedilmek dahi nasip olmuyor artık.

 

Bırakıp gidenlere sitem edenlerimiz var bizim. Bırakıp gidenlerden sitemli gidenlerimiz var bizim. Bırakıp gidenlerden küskün ayrılıp, ah edenlerimiz var bizim. Ve ne yazıktır ki şu garip şehri terk ederken dahi ağlayanımız, “ne olur gitme kal” diye bir ses bekleyenlerimiz var bizim. Keşke deyip te, pişman olup ta dolu dolu, kucak kucak sarılasımız var bizim.

 

Sonuç; kendi yağıyla kavrulmaya çalışan bir şehir. Var olma mücadelesi içerisinde ayakta kalmaya çalışan; toprağı da, tarihi de, kültürü de, insanı da, adı da büyük olan bir şehir. Amma velâkin adımlarının arasına engeller sıkıştırılan bir şehir.

 

Evet Erzurum; şimdi tam zamanıdır ve kıyama kalkma vakti gelmiştir artık. 

 

Bu şehir; tarihe yön veren bir şehir olmasına rağmen kendi tarihini değiştiremeyecek kadar aciz ve güçsüz değildir. Bu şehir, bağrında yetiştirdiği sayısı dahi bilinmeyen birçok değerinin arasında yetim kalacak, öksüz kalacak ve hatta hatta “sahipsiz şehir” diye anılacak bir şehir değildir. 

 

İşte tam bu aşamada, kıyama kalkma çabasına bu şehrin kendi çocuklarının da el atması icap etmektedir. Bu şehirde olmamalarına rağmen, bu şehrin kokusunun hayaliyle yaşayan yüz binlerimiz var bizim. Bu şehirde birçoğunun adları dahi bilinmezken, şehrin dışından maddi ve manevi desteklerini esirgemeyenlerimiz var bizim. Kaldı ki, farkında değiliz ama bu şehirde yaşayanların dışında başka topraklarda yaşayıp, bu toprakların hayaliyle bayram sabahı geçiren milyonlarca dadaşımız var bizim.

 

Hepsine kucak açalım, hepsine buyurun gelin diyelim ve hepsini bağrımıza basalım. Vatan toprağında minderiniz hazır, buyurun başköşeye diyerek cemaat olmaya, birlik beraberlik içerisinde yürümeye, bu şehrin büyümesini istemeyenlere gözdağı vermeye çağıralım. 

 

Bir olalım, birlik olalım ve bu şehrin gelişmesini, kalkınmasını hep beraber yapalım. Unutulmuşluğumuzun, ötelenişimizin ve gözümüzün içine baka baka elimizden alınanlarımızın peşine düşelim hep beraber. Yeniden dirilişin, yeniden ayağa kalkışın bayramını yaşayalım hep beraber. Şehrimizin içerisinde var olan değerlerimizin yanına, şehir dışında olan değerlerimizi de katarak,

 

İşte şimdi, anlatamadıklarımızı anlatabilmek için.

 

Hep beraber tam olabilmek, yarım kalmışlığımızı sona erdirmek için.

 

Yeni Bir Erzurum İçin; 

 

Kıyam Vaktidir…