Dinimiz İslam’ın etten kemikten insan olarak onay verdiği, dini konularda kendisine güvenebileceğimizi garanti ettiği tek kişi Nebiler Nebisi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’ dir.
Onun dışında, gerek onun döneminde yaşamış, gerek ondan sonra gelecekler içinde kimseye böyle bir onay verilmemiştir.
Allah’ın elçisi olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) de Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü zevâlden sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin Müslümanın şahsında bütün insanlığa şöyle hitab etti:
‘’Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.’’
O halde Ümmet olarak bizim kurtuluş için Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetinin dışında arayış içinde olmamız doğru değildir.
Kuran’ı Kerime baktığımızda elbette Hz. Muhammed (s.av) dışında “cennetle” müjdelenmiş Rabbimizin sevgili kulları ve Peygamberimiz sevgili dostları vardır.
Ancak Resulü Nebi dışında maneviyat âleminde kimin ne kadar üstün olduğunu Allah’tan başka kim bilebilir?
Allah (c.c.) katında üstün olabilmenin yolu ise, İman edip İslâm'a uygun bir şekilde emredilenleri yerine getirip yasaklananlardan da kaçınmakla mümkündür.
Rabbimiz Âyeti kerimede: "Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz ki Allah bilendir, her şeyden haberdardır” (Hucurat Sûresi âyet:13) buyurulmuştur.
Bununla birlikte Peygamberimiz Hz. Muhammed (s. a. s.) yine veda hutbesinde: "Allah indinde en şerefliniz takvâca en ileri olanınızdır. Ne Arap'ın Aceme (Arap olmayana), ne de Acem'in Arap'a üstünlüğü yoktur. Beyaz derili olanın siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur, siyah derili olanın da beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvâ iledir.” buyurmuştur.
Takva; Mü'minin, azametinden korkup, rahmetinden ümit var olarak Allah (c.c.)'a kulluk görevini yerine getirmesi, emirlerini yapıp, yasaklarından da kaçınması anlamına gelmektedir.
Günümüzde Müslümanlar olarak dini kaynağından yani Kuran-ı Kerim ve Resulün sünneti dışında ki kaynaklardan ve geleneklerin esiri olmuş kişilerden öğrenmeye kalkınca hem din, hem kendimiz, hemde toplumumuz zarar görmektedir.
Şimdi bazı sözde Müslümanlara sormak istiyorum.
Oturduğu postunu öptüğünüz, kıyafetine yüz sürdüğünüz önünde iki büklüm olduğunuz kişilere Allah’tan bir vahyi mi var ki bu insanlara manevi makamlar dağıtıyorsunuz?
Bazı izansızların manevi makam ve ünvan verdiği ahlak yoksunun günahsız bir yavruyu taciz etmesinden ve bu ahlaksız yüzünden İslam zarar görmesinden mutlu musunuz?
Çocuk istismarıyla, masum yavrularımıza uzanan bu ahlaksız sözde Müslümanlar tarafından yıllardır “dindar” ve “takva sahibi” ilan edilmedi mi?
Postunu öptüğünüz bu ahlaksızın şimdi günahsız bir yavruya yaptığı dinsizlik değilde nedir?
Açıkça söylemek istiyorum.
Ne sizin gibi sözde Müslümanların nede postunu öptüğünüz ahlaksızın bizim dinimizle alaksı yoktur.
Diğer taraftan hiç kimsenin de bu ne yedüğü belirsiz bir ahlak yoksunun yapmış olduğu ahlaksızlıktan dolayı Dinim İslam’a, gerçek manada İslama hizmetkar olmuş Allah’ın sevgili kullarına ve gerçek Müslümanlığı yaşayan müminlere hakaret etmeye ve kötü söz söylemeye hakkı yoktur.
Ancak Allah’tan başka hiç bir kula kul olmayan gerçek Müslümanalara düşen çok önemli bir vazife vardır.
Dinimiz İslam’ı her şeyden evvel, cennetin vizesini veren bu ahlaksız münasebetsizlerden, Allah adına konuşan haddini bilmezlerden kurtarmalıyız.
Bunlar dine, dinsizlerden daha büyük zarar vermektedirler.
Dinsizler daha çok kendilerine zarar verir.
Bunlar ise bilgisi kıt, geleneklerin esiri olmuş halkı hikâyeleriyle kandırarak, din diye kapkaranlık, içinden çıkılmaz ve çelişkilerle dolu bir hayat tarzının içine sokmaktadırlar.
Bunlardan birçoğu, dinsizlerden daha çok kendilerini eleştiren Müslümanlara düşman olurlar.
Kiminin manen sömürdüğü, kiminin oyuncak yaptığı, kiminin ticari meta olarak kullandığı dini, ellerinden almalarından korkarlar.
Bu yüzden sözde değil özde Müslümanlar uyanık olmalıdır.
Bilinmeliler ki İslam'a göre hakikat hiç kimsenin tekelinde değildir.
Mümine düşen görev, hakikate sahip olmak ve insanları kendi hakikatine davet etmek değil, daima hakikatin yolunda olmaktır.
Öğrenmek isteğinizi kendiniz okuyarak öğrenin.
Çünkü biz Allah’ı bilmek, onun bizden ne istediğini anlamakla mesulüz.
Bunun için de Allah’la ilgili her şeyi okuyup, araştırıp bilmek zorundayız.
Bunun kaynağıda Kur’ânı Kerim’i ve Hadis-i Şerifleri okumak, anlamak ve hak yolunda yaşamaya gayret etmektir.
Bu konuda kimseye bağlı kalmak yada kimsenin peşinden gitmek zorunda değilsiniz.
Allah size de akıl vermiş, kendi özgür iradenizle düşünün tartın biçin doğruya yanlışa kendiniz karar verin.
Allah’a inanıyor diye bir çok kötülük ve ahlaksızlık yapmış insanların kötülüklerini görmezden gelmek, Allah’a inanıyor diye her söylediğini doğru kabul etmek onun postundan medet ummak, Allah’a inanan gerçek kullara yakışır bir düşünce ve davranış değildir.
Unutmayın ‘’En büyük fetva kendi vicdanınızın sesini dinlemektir.’’
Son söz “Çocuk istismarıyla, masum yavrularımıza uzanan şeref yoksunu, hain ve zalim ellerle mücadele etmek hepimizin vazgeçilmez görevidir.’’