VEDAT KAN


Bu Filmi Daha Önceden de İzledik mi Ne?

,


Senaryo bana hiç yabancı gelmedi. Başrol oyuncuları değişik olsa da, kurgulanması ve servis edilmesi bölümü mükemmel. Hiç şaşmıyor, anında birkaç kalem yazı ve tepki seviyesi sınırsız.

Evveliyatı yok, önemli de değil zaten. Kimmiş? Neler yapmış? Anında unutulur ve sonrasında “vurun abalıya”. O an ki durum; kimin umurunda. Birilerimize göre, görülen her şeyi anlatıyor. Durum falan önemli değil. Ya sonrası? İşte bakınız, orası biraz karışık…

Biz hiçbir şeyin sonrasını hiç düşünmedik ki. 

Düşünmemize izin vermediler ki hiç. Hep birilerinin istediği şeyler oldu bu şehirde. O yüzden bu kadar “değerimize” rağmen, bu kadar “var”lığımıza rağmen, bu kadar “zengin”liğimize rağmen gelebildiğimiz durum ortada. Çok değil daha dün bu şehrin kazası konumunda olan küçücük yerleşim merkezleri bile modern kent olup; bize, şehrimize meydan okur oldular. 

Neden mi? Çünkü biz düşünmeyi hiç istemedik. Hep hazıra konduk ve hep hazırı sevdik.

O yüzden de yıllardır bu şehir için” sahipsiz şehir” deyip çıktık kenara. Çok iyi biliyoruz ki; kolayımıza geldi ondandır. En zor şartların sonucuna bakınız, birkaç ağız birden aynı nakaratı tekrarlar ve büyük çoğunluk ise sadece seyredip susar. O birkaç ağzın söylediği, yazdığı ve hatta hatta işaret ettiği şey ise başarıya ulaşmış bir amaç olarak unutulur gider.

Bu şehir kimleri unutmadı ki?

Bu şehir halkına kimleri unutturmadılar ki?

Ortada bir fotoğraf var, işte sonrasında koptu kızılca kıyamet. 

Aman efendim “devlet, ayaklar altındaymış”, “yok bu şehrin kaderi buymuş”, “vay efendim elinde tespih, oturuş şekli ne imiş”…

Allah aşkına bir durun. Hatta arada nefes almayı deneyin. Ne yaptığınızın farkına varın artık lütfen. Darağacına yolladığınız o insanların hepsi bizim kendi insanımız. O insanların hepsi bizden, bizden. Mümkün ise biraz ateş etmeyi bırakalım ve şu pusun dağılmasını bekleyelim. Birilerimizin o kare fotoğraf için gösterdiği tepkiyi, birçoğumuz daha sıkıntılı günlerimizde göstermedik ama. Mesela 15 Temmuzda… Mesela Erzurumspor’un bitirilişi esnasında… Mesela birçok kamu kurum ve kuruluşumuzun komşu illerimize nakli esnasında… Mesela uçak seferlerimizin kısıtlanması esnasında… Mesela Doğu Ekspresinin bir gece bile bu şehirde mola verdiremeyişimize gücümüzün yetmeyişi esnasında… Daha sayayım mı; binlerce var.

Neymiş efendim Vali Beyin orada ne işi var. O vatandaşımızın oturuş şekli nedir? Hem de valinin yanında. Soru çok, yönlendirme çok, işaret noktası çok, ortada bir fotoğraf var ve ne yazıktır ki öncesi ve sonrası yok…

Bu vatandaşımızın şehrimize gelişi esnasında, ne amaçla geldiği ifade edilmesine rağmen amacı vaziyeti esnasında, amacı sonrasında yapmış olduğu faaliyet esnasında ve şehrimizden ayrılışı esnasında olmayanlar, bilinmeyenler, görünmeyenler sadece bir kare fotoğrafta mı görüldü.

Biraz fazla abartmadık mı?

Hatta ve hatta, biz bu konuyu gerçekten abartmadık mı?

Bahse konu olayın başkahramanlarından birisi zaten kilolu ve nerede olur ise olsun diğer fotoğraflarına bakınız oturuş şekli değişmiyor. Bu kilo problemi olan her insanımız için geçerli bir durumdur. O vatandaşımızın ayakta çekilmiş fotoğrafları ile otururken çekilmiş fotoğrafları arasındaki farkı ne kadar incelediniz acaba? Bir de kış sebebiyle giyindiği kaban tarzı şeyi katarsak…

Elinde tespih varmış. Bak bak bak, olaya bak. Oltu taşının merkezinde, tespih diyarında, dünyada bizi tanıyan bütün âlemin istediği ilk şey olan “tespih” varmış elinde. Ne olmasını bekliyordunuz ki, hangimizin elinde yok, hangimizin cebinde yok, hangimiz misafirimize hediye etmedik bir tespih. Kaldı ki, bu kişi de bize göre yanında bulunan cemaat ile yakinen bilinen birisi. Yani samimiyetlerinden kaynaklanan bir durum içerisinde ne diye saklasın ki tespihini. Hem de hediye edilmiş ihtimali varken. Veya içerisinde bulunduğu cemaatten birisinin elinden rica üzerine alınmış ihtimali varken.

Memlekette neredeyse yüz yılın olayları oluyor, içeride ve dışarıda bir sürü ihanet senaryolarının ortasında kalmışız, 3. Dünya Savaşı patladı patlayacak, Avrupa toz duman, aynı zamanda kitapsızın birisi kalkmış dünyanın gözü önünde Kur’a nı Kerimi yakıyor ve hatta yaktı da, bizim takıldığımız şeye bak. 

Bir fotoğraf karesinden yola çıkarak, bu şehri tarihinin en büyük ekonomik girdabına mı soktular. Yıkımlar mı oldu, depremler mi oldu? Millet bir birini mi vurup öldürüyor, şeriattan taş mı düştü ne oldu. Bu abartı niye? Bu işi kan davasına çevirmek te neyin nesi? Hani sizin amacınız üzüm yemekti?

Yok; bizim içimizdeki birilerinin amacı belli nasıl olsa, kurgu hazır ve “motor” denilip filmin çekimine başlanıldı bir kere. 

Vali Beyin orada ne işi varmış?

Kardeşim, daha birkaç gün öncesinde ve daha öncelerinde methiyeler dizdiğimiz, adamlığından övünerek bahsettiğimiz, halkın içinden ve halktan birisi olarak lanse edip bağrımıza bastığımız valimizi halkın yanında yine halk gibi oturuyor diye niye darağacına yolluyoruz ki? Hem de sorgusuz sualsiz. Ha bu arada sahi sizin gözünüzde vali nedir, nasıl olur bilmem ama benim gözümde vali halkın içinde olan adamdır.

Nerede kaldı bizim Dadaşlığımız, ahde vefamız, mertliğimiz, yiğitliğimiz. Gardaşlığımız…  Bu kaçıncı “adam” harcayışımız. 

Mesai saatleri dışında ister Vali olsun, ister Padişah dilediği gibi giyinir, dilediği yere gider ve dilediği gibi de yer, içer. Sonuçta O’da bir insan ve O’nun da bir özeli var. Ve tıpkı bizim gibi nefes alıp-veriyor. Hevesleri var, ihtiyaçları var, çevresi ve arkadaşları ve hatta oyun oynadığı anları var. Bahsettiğimiz bir insan ve insanca davranıp doğal bir görüntü vermiş. Yapmacık olan sadece bizim algılama şeklimiz ve konuyu saptırıp, kan davası mahiyetinde “ilk kurşunu kimin attığını dahi hatırlamadan” abartmamız. 

Bulundukları yer makam odası değil, esnaf bir kardeşimizin iş yeri ve ortam bir sohbet ortamıdır. Makam odasında çekilen bir fotoğraf olsa, sadece ve sadece elde ki tespih için tartışılır ama yolda yürürken, bir yerlerde otururken, resmi olmayan ortamlarda bu tür senaryo vari çağrışımlar seçim öncesinde birilerinin ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir çağrışım yapmaz.

Görevi esnasında bazı yönlendirmelerden dolayı, basın ile ilişkilerinde ve randevu kapsamında birçok aksamalar elbette ki var ama bu demek değildir ki hemen darağacını hazırlayalım. 

Mantık sınırları çerçevesinde eleştiri elbette ki yapılır. 

Ama abartmadan, sakin bir kafayla düşündüğümüz zaman aklımıza gelen ilk sorunun şu olması gerekmiyor mu?

“sanki bu filmi daha önceden de izledik mi ne?”