Sündüs GÜMÜŞ


Bayram Ölüsü

.


Ayak tabanlarıma değen kızgın kuma baktım, hava durumları kırk dereceyi gösteriyordu ama net elli derece hissediyordum. Antalya’nın rastgele bi sahilindeydim. Ara ara ayaklarıma değen soğuk suyu umursamadan yürüyordum dalgaların kordonu boyunca. Yüzüme çarpan tuzlu su, dudaklarımı emdiğim zaman nahoş bir tat bırakıyor ağzıma. Koca sahilde tek başımaydım. Çocukluğumla yüzleşmeye gelmiştim. Babama, anneme... yıllar öncesi,,, daha evlerde soba var. Doğalgazın d’sini dahi bilmiyoruz. Soğuk bir zamandı. Bayram telaşesi sarmıştı evi. Sobanın fırınında közlensin diye patates atmış annem. Hafif yanık kabuğu sarmış evin dört bir yanını. Huzur kokuyor sanki. Çocuksun işte, patetes kokusu dahi mutluluk o zamanlar. Babam ve erkek kardeşim bayram namazına gitmiş, ben yepyepi kıyafetlerimi giymişim. Kırmızı rugan ayakkabılar. Öyle bi haberim her şeyden,,,

Geleceğimden. Uzun koyu renk saçlarımı örsün diye annemin dizlerinin dibine oturuyorum. Kırmızılar içindeyim, tokamı da yine kırmızısından seçiyorum. Annem saçlarımı tararken ara ara öpüyor.
Gülümsüyorum. ‘anne’ diyorum ‘efendim’ diyor sesi bir garip, çatallaşmış,,, yorgun. Sanki uykusuz. ‘babam nerde kaldı’ diyorum. Heyecandan sabit oturamıyorum yerimde. Hangi çocuk sevmez bayramları. ‘birazdan gelir galiba.’ Diyor. İçimdeki kelebeklere dur diyemiyorum. Rengarenkler ve ben gökkuşağı kusmak üzereyim.
Annem saçlarımı örmeyi bitirince kalkıyorum oturduğum yerden. Yanağına yöneliyorum öpmek için. Eliyle durduruyor beni. İki yanağı da ıslak, ağlamış. Gözlerim doluyor hemen. ‘anne’ derken sesim bile titriyor hatta. Eliyle “git” işareti yapıyor. Kafamı hayır anlamında sallıyorum. Korku kaplamış ruhumdan başlayarak bedenimi. Zaten ilk ruh ölmez mi? Soramıyorum anneme ne oldu diye. Bir süre oturuyorum dizinin dibinde. Sonra gidip eski çekmeceden şeker çıkartıyorum. Tekrar karşısına dikiliyorum, ‘ağlama’ diyip gülümsüyorum. Bana bakıyor, şekeri alıp bana sarılıyor. Sanki son gibi,,, bilseydim eğer bayram günü bugün anne! Yapma! Yalvarırım yapma derdim. Kapı çalıyor annem lavaboya koşuyor ben ise kapıya. Babam ve erkek kardeşim gelmiş, kızım diye sarılıyor bana sımsıkı. Ama sımsıkı.
Derin bir nefes aldım, temiz hava ciğerlerime nüfuz ederken kıyı boyunca yürümeye devam ediyordum. Çıplak ayaklarıma değen kum zerrecikleri gibiydi geçmişim. Un ufak,,, kırık çizik... parmaklarımın arasından akıp giden kumlara baktım. Yumuşaklardı. Ufka doğru yöneldi rotam. Güneşe doğru uzattım elimi. Yarım kollu t-shirtten görünen kollarım geldi görüşüme. Çizik dolu, kurumuş kanla kaplı. Dallar çizmişim kanımdan koluma,,, boyu boyunca. Gülümsüyorum. Sanki hayatın tecavüzüne uğramamışçasına gülümsüyorum. Yüzüm ısınıyor. Babam saçlarımı öpüyor.
‘annen nerede kızım?’ -banyoda ağlıyor demek yerine ‘sizin için hazırlanıyor.’ Diyorum. Aptal kafam.
Belki engel olurdu ağlıyor deseydim. Kimseyi suçlamıyorum, ölümümün suçlusu benim sayın tanrı. Hatta katil de benim... lütfen beni cehennemin en ücrasına at ve orada unut. Nikotin kokan parmaklarımla ağzımı kaşıyorum. Memesiz kalmış sütyen gibiyim dimdik ama yorgun bir savaşçı. Ne olursa olsun kendinizle savaşmayın diyordu bir kitapta. Kim kazanırsa kazansın yitip giden siz olursunuz. Su göğüs hizzama kadar gelmiş. Korkuyorum ama daha da ileri gitmek istiyorum. Ilık deniz suyu az bulunur derler. Saçlarımı çeke çeke devam ediyorum derinlere doğru yürümeye. Saçlarımı kopara kopara,,. Balkon demiri o baba elleri, ben ise intihara meyilli bir deli. Bileğimdeki yarayı daha da derinleşmesi adına yeniden kazıyorum külodumdaki jiletle. Denize karışan kan titrememe sebep oluyor. İçim denize akıyor ve rakı üretimi duruyor. ‘hayır’ diyorum sonuna kadar yüzleşeceğim,. Sonra,,, sonra çekip gideceğim.
Mutfağa geçiyoruz, sofra kurulu. Baş köşede de huzur kokulu patatesler. Babam oturuyor önce. Bir yamacına ben bir diğer yamacına da erkek kardeşim. Annem eksik sadece. Beklemeye karar kılmışız hepimiz. Suskunuz. O patateslerin burukluğu var hâlâ boğazımda. Acısız uyuyamayacağımın habercisi o patatesler. Ben öyle bir kadın gördüm aynada, saçlarından meme uçlarına kadar günahtı. Hataydı. Aftı. Melekti. Annem gelmedi. O sofrada tam kırk iki dakika bekledik. Ama gelmedi. Kimse gidip bakmaya cesaret edemedi. Biliyorduk, gidecekti er ya da geç. Yutkunmaya kalkışıyorum. Bana sövüyor boğazım. Milyonlarca isyan, milyonlarca isyankar hastalıklı.titrek adımlarla banyonun kapısına gidiyorum. Cereyan ediyor soğuk hava sırtıma. Babam geliyor ardımdan. Erkek kardeşim zaten çok küçük daha. Anlamıyor olanı biteni. Çıkış kapısı ardına kadar açık. Babam yatak odasına geçiyor. Ben ayakkabılarımı çıkarıp sokağa atıyorum kendimi, beton buz gibi. Ağır bir koku var.
Nefesim kesilince suyun yüzeyine çıkıyorum. Daha değil kızım az kaldı hadi bak, betonun soğukluğu hâlâ ayak tabanlarında taptaze. Az kaldı kızım çok az kaldı. Jileti avcumda sıkıp kan kaybımı arttırmaya çalışıyorum. Bütün vücudum acıyla inlerken ruhum tanrıya kavuşmanın derdinde. Betonun soğuğu ayaklarıma nüfuz ederken kalbim ağrıyor. Gözlerim çıkacakmış gibi hissediyorum. Oturuyorum öylece kaldırıma. Uzağa,,, çok uzağa bakıyorum. İki el ateş sesi yükseliyor kulaklarıma. Çığlığım boğazımı yırtıyor. Bütün mahalle inliyor. Kafamın içindeki fil boşalıyor. İki kurşun sesi yükseliyor binadan. Eve koşuyorum, bağıra çığıra. Baba diye haykırıyor ses tellerim. Yatak odasının kapısına yöneliyorum. Yerde kanlar içinde yatıyor kardeşim kafasına,,, tek kurşun. Yatakta kanlar içinde öylece yatıyor babam kafasına,,, tek kurşun. Ve şimdi denizin üzerinde yatıyorum kanlar içinde,,, milyonlarca jilet. Milyonlarca kurşun. Milyonuncu ölüm... ama bu sefer sonum.