.
Dünyamız üzerinde fay hattı dediğimiz deprem kuşağı gerçeğiyle yaşayan hemen her milletin ve sınırları olan her devletin böyle bir “varlığı bilinen ama ne zaman saldıracağı bilinmeyen düşmanı” mevcuttur. Depremin çaresini araştıran, halkı ile birlikte konunun üzerine giden ve bu amansız düşmanının zararlarını en aza indirgeyen çalışmaları olan devletlerde yok değil. Japonya bunlardan sadece bir tanesidir. Yalnız altını çizmemiz gereken bir husus vardır ki; Japonya depreme çare bulmamıştır, depremin zararlarına çare bulmuştur. İkisi çok farklı bir algıdır. O yüzden Japonlar 7 ve daha fazla şiddet depremde kahvaltılarına devam ederken, bizler kaybettiğimiz canlarımızın ardından sala okuyup, ağıt yakıp, dizlerimizi dövüp ağlıyoruz.
Haber; Ajansturk Haber Merkezi
Şurası unutulmamalıdır ki; hiçbir çalışma depremi engelleyemez veya dakikalardan önce hareketini bildiremez, ancak atacağımız birkaç samimi ve vicdani adım sayesinde zararları en aza indirgenebilir. Mademki Japon inşaatçılar kadar bir acıma duygusuna ve merhamet duygusuna sahip değiliz o zaman geriye tek bir şart kalıyor, bunun için de tek şart; “bilimin ışığında çalışma yapmaktır.” Bu şartın yurdumuzda ne kadar rağbet gördüğü, deprem arşivimizde bulunan kayıtlarda tarihe not düşülmüştür. Acaba merak edenimiz olmuş mudur? Son yüzyılda, sadece bizim yurdumuzda bu bilinen sinsi düşmana maddi ve manevi anlamda kurban olarak ne vermişiz? Akıllara zarar bir bedel ödendiği ve bu bedelin asıl müsebbiplerinin de sırf üç-beş kuruş fazla para kazanacağım diyen “prestij inşaat” sahibi olan yap-sat müteahhitleri olduğudur.
Sadece demirden veya çimentodan gidilen kısıtlamaların geri dönüşü ne acıdır ki can kaybıyla ölçülebilmektedir. Burada altı çizilerek tekrar edilmesi gereken bir husus ta, “müteahhit” lerden kastımızın bu işten anlamadığı halde sırf parası var diye ve daha fazla para kazanmak için yapanlardan bahsedildiğinin bilinmesidir.
Ki; bunların ne kadarının denetlendiğinin, kim veya kimlerin nasıl denetim yaptığının ve hatta ruhsatlandırma ve kullanım aşamasında imzası olanların mesuliyet derecelerinin ne olduğu, bahse konu ile alakalı olan hiçbir vasfı ve resmi statüsü olmayan aidat bağımlısı ve bir birleriyle dar alanda paslaşma pozisyonlarının yaşandığı odaların, derneklerin ve belediyelerin yaşananlar karşısında takındıkları durum, vatandaşlarımız tarafından haklı olarak hep tartışılmış, hep sorgulanmış olmalarına rağmen geldiğimiz nokta aleni olarak ortadadır.
Tek kelimeyle; bir “sesimi duyan var mı?”trajedisidir.
Ve ne yazıktır ki; sesimizi duyan hiç ama hiç olmadı.
(Yüzyılın yıkımı olarak kayıtlara geçen bu deprem; bizlere, bir kez daha göstermiştir ki yurdumuzda faaliyet gösteren ve varlığı her daim tartışılan tabela odalarının, derneklerinin ve her sarsıntıda kesinlikle bir veya daha fazla canımızı kurban alan müteahhitlik sisteminin, halkımız nezdinde ve Yüce Meclisimiz nezdinde kanunlar ve kontrol mekanizmaları nezdinde, yeniden gözden geçirilme temennisidir. Hiçbir şey için, bilhassa yarınlarımız için asla “GEÇ” değildir.)