Fevzi Budak


Ne ezan sussun, ne Türklüğümüz budansın...


Başlıkta yer alan sözler sayın Bahçeli`ye ait... Sayın Devlet Bahçeli, dünkü grup konuşmasında; `Türkçülüğü, ırkçılıkla bir gören kim varsa tarihi bir hatanın tam ortasındadır. Türkçülüğümüzle onur duyarız. Türküz, Türkçüyüz, Türk milleti için koşa koşa gideriz ve gerekirse uğrunda ölmesini de biliriz. Türkçülük, ırkçılık değildir. Andımız`ı okumak, okumak istemek, ezanın Türkçe okunmasını istemek değildir. Ne ezan sussun, ne Türklüğümüz budansın.` gibi makûl ve yerinde tespitlerde bulundu.
 
Bu doğru ve yerinde isâbetli sosyolojik ve kültürel tespitlerde, umarım samimi olunur ve bu ifâdeler boşlukta kalmaz; gereğinin yerine getirilmesi ve kimliksel millî unsurların tartışma konusu olmaktan çıkarılması için gayret sarf edilir. En azından bir tavır sergilenir ve Andımız`a ait bir kanun teklifi verilerek, TBMM`nde bir samimiyet testine gidilir. 
 
Danıştay kararı uyarınca Andımız`ın okutulmasını istemekle, ezan`ın vaktiyle Türkçe okutulması (Demokrat Partisi ile CHP`nin ortak oyları ile Arapça okunmasının önündeki engel, 1950 yılında kaldırıldı ve o tartışmalar artık çok geride kaldı.) arasında nasıl bir bağ kurulmakta ve nasıl böyle bir nitelendirilme yapılmakta doğrusu anlamak mümkün değil. Milli ve manevi değerlerimiz, aynı zamanda kültürel hayatımızın da özünü ve bütününü oluşturur. Ezan da aslı ile okunsun ve elbette okunacak, milli kimliğin yansımaları İstiklâl Marşımız da, Andımız da ve Gençliğe Hitâbemiz de okunsun. Bilmem ki, Türklükle gizli derdi olanların dışında, okunmasının ne gibi sakıncası var?
 
Millet, milli kimlik ve Türkçülük kavramlarının şirâzesinden çıkmışcasına tartışıldığı günümuzde; bu kavram ve kuramları oluşturan Ziya Gökalp`ı bilmek ve ona kulak vermek lâzım. Osmanlı Devleti`nin parçalanması sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girildi. Gökalp düşüncesinin temelinde; Türk toplumunun kendine özgü kültürel ve ahlâkì değerleriyle, Batı`dan aldığı bazı müspet değerleri kaynaşırırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. Görüşlerini `Türkleşmek İslâmlaşmak, Muasırlaşmak` diye özetledi. bu yaklaşımın kültürel öğesi `Türkçülük`, ahlâkî öğesi de `İslâm`dı.
 
Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültür olduğunu savundu. Saray edebiyatının ve osmanlıcanın yerine Halk edebiyatının ve halkın dilini koydu. `Hars` dediği öz kültürün kaynağının halk olduğuna işâret etti. Batı`nın teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında, ana bir unsur olarak gördü ve değerlendirdi. Toplumsal ve siyâsì görüşlerini anlattığı `Türkçülük` düşüncesini sistemleştirdi. Milli edebiyatın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynadı ve cumhuriyetin kurucu felsefesini oluşturdu.
 
Türk düşünce, kültür ve siyaset tarihinin önemli simalarından biri olan Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eseriyle Türk milleti demenin ne demek olduğunu, Türk milletinin kim olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gitmesi gerektiğini gösteren ve öğreten ilk öncülerdendir. O, once milleti tarif etmiş: Millet, dilce, dince, zevkle ve ahlâkça bir olan, yani aynı şartlar altında yetişmiş fertlerinin mürekkep bir topluluktur. `Şu halde Türk`üm diyen her ferdi Türk tanımakta başka çare yoktur.` diyerek Türklüğün ve millet olma bilincinin temeline vurgu yapmıştır. Millet-milli kimlik ve milliyetçilikte Irkçılığı `mevâşi` yani hayvanî bir kavram olarak telakki etmiş ve reddetmiş...
 
Anayasanın Türklük tanımı: Anayasanın 66. maddesine göre, `Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk`tür.` Atatürk`ün Türklük tanımı: `Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk millet denir; milletin temeli de kültürdür.` Görüldüğü gibi, Gökalp herhangi bir etnistiseye vurgu yapmamış, Anayasamız etnik değil, hukuksal içerikli bir vatandaşlık kavramına atıf yapmış, Atatürk, Gökalp anlayışını esas alan bir kültürel kimliğe ve Türkiye halkı vurgusu ile milleti kültürel temelli tanımlamış. Böylece milli kimlik ve milliyetçilik ırkçılık değil, bu kültürel anlayış ve değerler üzerine inşâ edilmiş... Öyle ise, nerde ırkçılık, nerde kavmiyetçilik ? Nerde inkârcılık ? Bazı hatalı uygulamalar dışında, İnsâf !
 
Erzurum Atatürk Üniversitesi ilahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden ve Maturidi itikâdi alanında önemli çalışmaların sâhibi değerli Hocamız, Prof Dr. sayın Mehmet Zeki İşcan`ın paylaşımından bir alıntı ile sözü noktayalım: `Cumhuriyet, cemaatçı yapıdan yani kişilerin etnik köken, din ve mezhep esasına göre muhatap alındığı milletler sisteminden, halk olmaya geçişte önemli bir merhâle olmuştur. Bu nedenle cumhuriyet düşmanlığı, din, mezhep ve kökeninden kaynaklanan ayrıcalık hevesi ile halk düşmanlığı yapmanın gizli-açık adıdır. Cumhuriyet rejiminin en kuvvetli tarafı (bazen en zayıf yönü) kendisine düşmanlık yapanları, cumhuriyetin kurucularına küfür etmeyi bilgi zanneden câhil şerefsizlerin de, halk içinde değerlendirilmesi ve vatandaş olarak görmesidir.`
 
Netice, imparatorluğun bakiyesi olan her etnik kimliği kucaklayıcı bir milli kimlik ve kültürel bir milliyetçilik... Ötesi indi ve maksatlı görüşlerdir; boş ve beyhûde işlerdir. Şâyet grupta sarfettiği ifâdelerin siyâsî takipçisi olacaksa, sayın Bahçeli söylemlerinde haklıdır.